“Sorumlu Güçlerle birlikte Yeni bir Küresel Uzlaşıya İhtiyacımız Var.”

“Sorumlu Güçlerle birlikte Yeni bir Küresel Uzlaşıya İhtiyacımız Var.”

Dünya siyasetine dair birbiriyle çelişen yorumlar ve keyfi suskunluklar dönemine girdik. Uluslararası hukuk, yasal nihilizmin saldırısı sonucunda geri adım atmak zorunda kaldı. Nesnellik ve adalet, siyasi menfaatler uğruna feda edildi. Keyfi yo

Vladimir Putin - Rusya Devlet Başkanı

Bugün dünyayı bölmeye dönük yeni çabalar görüyoruz; Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi bir düşman imajı yaratılıyor... Eğitim, bilim, sağlık ve kültür gibi insani / sosyal etmenlerin, küresel rekabette daha büyük bir rol oynadığına şüphe yok. Bu, uluslararası ilişkiler üzerinde de büyük bir etki doğuruyor; çünkü bu “yumuşak güç” kaynağı, büyük oranda, insan sermayesi geliştirmedeki gerçek başarılara dayanıyor – sofistike propaganda hilelerine değil...

Meslektaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler, dostlar, sizi Valdai Uluslararası Tartışma Kulübü’nün 11.toplantısında selamlamaktan onur duyarım.

Daha önce sözü edildiği gibi, kulübe bu sene yeni eş-düzenleyiciler katıldı. Bunlar arasında Rus STK’lar, uzman grupları ve önde gelen üniversiteler var. Aynı zamanda, sadece Rusya’nın kendisiyle ilgili değil, ayrıca küresel siyaset ve ekonomiyle ilgili tartışmaları da genişletme yönünde bir fikir de ortaya atıldı.

Örgüt ve içerik açısından yaşanan bu değişimlerin, kulübün önde gelen bir tartışma ve uzman forumu olarak etkisini artıracağını umuyorum. Öte yandan, “Valdai ruhunun” da – bu özgür ve açık atmosferin ve son derece farklı ve samimi görüşlerin ifade edilme şansının- devam edeceğini umuyorum.

Bu bağlamda şunu söylememe izin verin ve sizinle son derece doğrudan ve samimi konuşacağım. Bazı söyleyeceklerim size biraz sert gelebilir; ancak gerçekten düşündüklerimiz hakkında doğrudan ve dürüst konuşmaz isek, bu durumda bu şekilde toplantılar yapmanın da pek bir anlamı kalmaz. O durumda, diplomatik buluşmaları tercih etmek daha mantıklı olur; keza o tür buluşmalarda kimse gerçek düşüncesini söylemez ve meşhur bir diplomatın da ifadesiyle; “diplomatların, gerçeği söylememelerini sağlayan bir dilleri olduğunu” fark edersiniz.

Biz başka sebeplerle bir araya geliyoruz. Biz, birbirimizle dürüstçe konuşmak için bir araya geliyoruz. Biz birbirimizle ticaret yapmak için değil dünyada gerçek anlamda olan bitenlerin geri planını anlamak, dünyanın giderek daha az güvenli ve daha öngörülemez bir yer haline geldiğini anlamaya çalışmak ve risklerin çevremizdeki her yerde neden arttığını görmek için birbirimize karşı dobra olmalıyız.

Bugünün tartışması, “Yeni Kurallar mı Kuralsız bir Oyun mu” teması altında gerçekleşiyor. Bence bu formül, bugün vardığımız tarihsel dönüm noktasını ve hepimizin karşılaştığı tercihi çok doğru bir şekilde betimliyor. Dünyanın çok hızlı değiştiği fikrinde yeni bir yan yok. Bugünkü tartışmalarda da bu konudan bahsedildiğini biliyorum. Küresel siyaset ve ekonomi, kamu yaşantısı ve endüstri, bilgi ve sosyal teknolojilerdeki çarpıcı dönüşümleri fark etmek, çok zor olmasa gerek.

Bugünkü tartışmada katılımcıların söylediklerini yineliyorsam beni bağışlayın. Ama bundan kaçınmak neredeyse imkansız. Zaten bu konuda ayrıntılı tartışmaları takip ettiniz; ama ben size burada kendi bakış açımı sunacağım. Bazı noktalarda diğer katılımcıların görüşleriyle örtüşüp, bazı noktalarda ayrışabilirim.

Bugünkü durumu analiz ederken tarihten çıkarılan dersleri unutmamak gerekiyor. Öncelikle, dünya düzenindeki değişimlere –ve bugün gördüklerimiz, bu ölçekteki olaylardır- genellikle küresel bir savaş veya çatışma olmasa da yerel düzeydeki yoğun çatışma zincirleri eşlik etti. İkinci olarak, küresel siyaset, herşeyden önce, ekonomik liderlik, savaş ve barış meseleleri ve insan hakları dahil olmak üzere insancıl boyutla ilgili oldu.

Dünya bugün çelişkilerle dolu. Birbirimize, dünya üzerinde güvenilir bir güvenlik ortamına sahip olup olmadığımızı sorarken samimi olmalıyız. Ne yazık ki, mevcut küresel ve bölgesel güvenliğin bizi bu tür çalkantılardan koruyabileceğine dair herhangi bir güvence veya netlik söz konusu değil. Bu sistem, ciddi biçimde zayıfladı, parçalandı ve deforme oldu. Uluslararası ve bölgesel düzeydeki siyasi, ekonomik ve kültürel işbirliği örgütleri de zorlu süreçlerden geçiyorlar.

Evet, elimizdeki mekanizmaların çoğu, dünya düzenini sağlamak için, oldukça eski bir dönemde kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen süreçte kurulanlar da oldu. O dönemde kurulan sistemin sağlamlığı, sadece güçler dengesi ve galip ülkelerin haklarını temel almıyor, aynı zamanda sistemin “kurucu babalarının” birbirine karşı saygılı olmalarını, birbirlerine baskı yapmamalarını, anlaşmaya varmaya çabalamalarını öngörüyordu.

Buradaki ana konu; sistemin gelişmesi gerektiğidir. Birçok eksikliğine rağmen, sistemin; en azından dünyadaki mevcut sorunları belli limitler içerisinde tutabilecek ve ülkeler arasında doğal bir rekabetin yoğunluğunu düzenleyebilecek durumda olması gerekiyordu.

Son on yıllar boyunca –bazen son derece büyük bir zorluk ve çabayla- inşa ettiğimiz denge-denetim mekanizmasını dikkate almadan ve yerine başka bir şey inşa etmeksizin onu ağır bir şekilde eleştirmememiz gerektiğini düşünüyorum. Diğer türlü, elimizde kaba kuvvet dışında hiçbir araç kalmayacak.

Yapmamız gereken şey, rasyonel bir yeniden inşa süreci başlatmak ve onu uluslararası ilişkiler sisteminin yeni gerçeklerine uyarlamaktır.

Ancak kendisini Soğuk Savaş’ın kazananı ilan eden ABD, bu yönde herhangi bir ihtiyaç hissetmedi. Yeni bir güçler dengesi inşa etmek yerine –ki düzeni ve istikrarı korumak için bu gerekliydi- sistemi sert ve derin bir dengesizliğe iten adımlar attı.

Soğuk Savaş sona erdi; ancak mevcut kurallara riayet etmek veya yeni kurallar ve standartlar yaratmak konusunda net ve saydam anlaşmalar olmaksızın bir barış antlaşması imzalanmasıyla sonuçlanmadı. Bu durum ise, Soğuk Savaş’ın sözümona “muzafferlerinin” olayları baskı altında tutmak ve dünyayı kendi ihtiyaçları ve çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek yönünde karar aldıkları gibi bir izlenim doğurdu. Mevcut uluslararası sistem, uluslararası hukuk ve mevcut denge-denetim mekanizması, bu hedefleri yerine getirmede yardımcı olsa da, sistem, yine de değersiz, kadük ve ivedi olarak yok edilmesi gereken bir sistem olarak addedildi.

Benzetme için özür dilerim, ancak yeni zenginlerin bir anda büyük bir servet kazandıklarındaki davranış şekilleri böyledir. Bu durumda da söz konusu olan dünya liderliği ve egemenliğinin şekillendirilmesiydi. Zenginliklerini zekice, kendi çıkarları çerçevesinde yönetmek yerine, birçok çılgınlığa imza attılar.

Dünya siyasetine dair birbiriyle çelişen yorumlar ve keyfi suskunluklar dönemine girdik. Uluslararası hukuk, yasal nihilizmin saldırısı sonucunda geri adım atmak zorunda kaldı. Nesnellik ve adalet, siyasi menfaatler uğruna feda edildi. Keyfi yorumlar ve yanlı değerlendirmeler, yasal normların yerini aldı. Aynı zamanda, küresel kitle medyasının topyekün denetimi, arzu edildiğinde, beyazı siyah, siyahı beyaz olarak betimlemeyi mümkün hale getirdi.

Bir ülke ve müttefikleri veya onun uydu ülkeleri tarafından yönetildiğiniz bir durumda, küresel çözüm arayışı genellikle kendi evrensel reçetelerinizi dayatma girişimine dönüşür. Bu grubun hevesleri o denli artar ki, en sonunda tüm uluslararası topluluğun gözü önünde iktidar koridorlarında bir araya getirdikleri politikalarını sunmaya başlarlar. Ancak durum bu şekilde değildir.

“Ulusal egemenlik” kavramı, birçok ülke açısından görece bir değere dönüştü. Özünde, önerilen şey şu formüldü: dünyanın tek güç merkezine yönelik sadakat arttıkça, iktidardaki rejimin meşruiyeti de artar.

Bu konuda daha sonra serbest tartışma olacak ve sorularınızı yanıtlamaktan mutluluk duyacağım. Ben de size sorular sorma hakkımı kullanacağım.

İtaat etmeyi reddedenlere karşı alınan tedbirler herkesin malumu olup birçok kez denenip test edildiler. Bunlar arasında; güç kullanımı, ekonomik ve propaganda baskısı, iç meselelere karışmak ve herhangi bir çatışmada yasadışı bir müdahaleyi veya uygun olmayan rejimlerin devrilmesini gerekçelendirmek üzere “aşırı yasal” bir meşruiyet türüne çağrıda bulunmak yer alır. Birçok lidere karşı şantaj mekanizmasının kullanıldığına dair de elimizde giderek artan oranda kanıt bulunuyor. Tüm dünyayı, en yakın müttefiklerini bile, denetim altında tutmak için “büyük biraderin” milyarlarca dolar para harcaması da boşuna değil.

Şunu kendi kendimize soralım: bu şekilde ne kadar rahatız, ne kadar güvendeyiz, bu dünyada yaşamak ne kadar mutluluk veriyor, ve bu dünya ne kadar adil ve rasyonel hale geldi? Belki de endişelenmek, fikri beyan etmek veya münasebetsiz sorular sormak için elimizde hiçbir gerçek sebep yoktur? Belki de ABD’nin sıradışı pozisyonu ve liderliğini gerçek anlamda ifa etme biçimi hepimiz için bir nimettir ve dünya çapındaki olaylara karışması, barış, refah, ilerleme, büyüme ve demokrasi getirmek içindir. Belki de sadece rahatlayıp tüm bunların keyfine varmamız gerekiyor, kimbilir?

Ancak durumun kesinlikle bu şekilde olmadığını söylememe izin verin.

Tek-taraflı bir dikta ve bir tarafın modellerinin dayatılması, tam da bunun tersi bir sonuç doğuruyor. Çatışmaları çözümlemek yerine, onların kızışmasına yol açıyor; egemen ve istikrarlı devletler yerine, kaosun giderek yayıldığını görüyoruz; demokrasi yerine açıkça yeni neo-faşistlerden İslami radikallere dek uzanan, son derece şüpheli bir halka dair destek görüyoruz.

Peki bu tür insanları neden destekliyorlar? Bunu yapıyorlar, çünkü onları kendi hedeflerini gerçekleştirme yolunda araç olarak kullanmaya karar veriyorlar. Ortaklarımızın, bizim Rusçada söylediğimiz gibi “aynı tırmığın üzerinde sürekli basmaları”, yani aynı hatayı arka arkaya yapmaları karşısında hep hayrete düşmüşümdür.

Bir zamanlar Sovyetler Birliği ile mücadele etmek için aşırılık yanlısı İslami hareketleri desteklediler. Söz konusu gruplar Afganistan’da muharebe deneyimi kazanıp daha sonra Taliban ve El Kaide’yi doğurdular. Batı her ne kadar onları desteklemese de, en azından gözlerini kapattı; istihbarat verdi; Rusya’nın ve Orta Asya bölgesindeki ülkelerin uluslararası teröristler tarafından desteklenmesi için siyasi ve mali destek sağladı. ABD toprakları üzerinde gerçekleşen korkunç terörist saldırıların sonrasındadır ki ABD terörizm denen ortak tehdit karşısında gözlerini açtı. Amerikan halkını o dönemde destekleyen ilk ülke bizdik. 11 Eylül gibi korkunç bir trajedi karşısında dost ve ortak olarak ilk biz tepki verdik.

Amerikan ve Avrupalı liderlerle sohbetlerimde, her zaman için küresel ölçekte bir meydan okuma olan terörizmle birlikte mücadele etme gereksiniminden söz ettim. Havlu atıp bu tehdidi kabullenemeyiz; onu ayrı parçalara bölemeyiz; çifte standartlar uygulayamayız. Ortaklarımız bizimle hemfikir olduklarını açıkladılar; ancak kısa süre sonra yine başladığımız noktaya geri döndük. Öncelikle, Irak, ardından dağılmanın eşiğine gelen Libya’da askeri operasyon oldu. Peki Libya bu duruma nasıl geldi? Bugün dağılma tehlikesi yaşayan bir ülke olup teröristler için eğitim üssü haline geldi.

Sadece günümüzde Mısır’ın lider kadrosunun kararlılığı ve öngörüsü, bu kilit Arap ülkesini kaostan kurtardı ve aşırılık yanlılarının iktidara gelmesini önledi. Suriye’de, geçmişte olduğu gibi, ABD ve müttefikleri isyancıları doğrudan finanse edip silahlandırmaya, onların birçok ülkenin paralı askerleriyle birlikte aynı saflarda savaşmasına izin vermeye başladı. Bu isyancıların paralarını, silahlarını ve askeri uzmanlarını nereden temin ettiklerini sorarım size! Tüm bunlar nereden geliyor? O meşhur IŞİD bu denli güçlü bir grup haline gelmeyi, gerçek bir silahlı güce dönüşmeyi nasıl başarıyor?

Finansman kaynakları konusunda ise, bugün, para sadece uyuşturucudan gelmiyor. Uyuşturucunun üretimi, uluslararası koalisyon güçleri Afganistan’a ayak bastığından beri kat be kat arttı. Bunun siz de farkındasınız. Teröristler, uyuşturucu satmaktan da para kazanıyorlar. Petrol, teröristlerin denetimindeki toprakta üretiliyor. Teröristler, bu petrolü damping fiyatlarından satıyorlar; üretip taşıyorlar. Ancak birisi bu petrolü satın alıyor, yeniden satıyor ve bundan para kazanıyor. Dolayısıyla, birileri, aslında bu şekilde teröristleri finanse ettiklerini düşünmüyorlar. Oysa ki bu teröristler er ya da geç onların topraklarına gelecekler ve kendi ülkelerindeki yok oluşun tohumlarını ekecekler.

Peki bu gruplar nasıl insan devşiriyor? Irak’ta Saddam Hüseyin devrildikten sonra devlet kurumları – ordu dahil- harabe halindeydi. O dönemde, çok ama çok dikkatli olunması gerektiğini söylemiştik. İnsanları sokağa çağırıyorsunuz, ve onlar orada ne yapacaklar? Büyük bir bölge gücünün lider kadrosunda olduklarını unutmayın; ve şimdi onlara nasıl bir gelecek vaat ediyorsunuz?

Peki sonucu ne oldu bu durumun? On binlerce asker, memur ve eski Baas Partisi aktivistleri sokaklara döküldüler ve bugün isyancıların saflarına katıldılar. Bu durum İslam Devleti grubunun neden bu denli etkili hale geldiğini de açıklar nitelikte. Askeri açıdan bakıldığında, son derece etkin bir şekilde faaliyet gösteriyorlar ve içlerinde çok profesyonel insanlar da var. Rusya, sürekli olarak tek-taraflı askeri eylemlerin, egemen devletlerin iç işlerine karışmanın ve aşırılık yanlıları ve radikallerle flört etmenin tehlikeleri konusunda uyarıda bulunmuştu. Merkezi Suriye hükümetiyle mücadele eden grupların –özellikle de İslam Devleti’nin- terörist örgütler listesine konması konusunda ısrarcı olmuştuk. Peki ya bundan bir sonuç çıktı mı? Boşuna çağrıda bulunmuşuz.

Bazen, meslektaşlarımız ve dostlarımızın sürekli olarak kendi politikalarının sonuçlarıyla mücadele ettikleri, kendilerinin yarattığı risklerle başa çıkmada tüm enerjilerini harcadıkları ve çok daha yüksek bir bedel ödedikleri izlenimine kapılıyoruz.

Meslektaşlarım, bu tek-kutuplu egemenlik dönemi, net bir şekilde şunu gösterdi: Sadece tek bir güç merkezine sahip olmak, küresel süreçleri daha yönetilebilir kılmıyor. Tam tersine, böylesi istikrarsız bir yapı, bölgesel çatışmalar, terörizm, uyuşturucuyla mücadele, dini fanatizm, şovenizm ve Neonazizm gibi gerçek tehditlerle başa çıkamıyor. Aynı zamanda, gereğinden fazla artan ulusal gururun hakim olduğu, kamuoyunun manipüle edildiği ve güçlünün sözünün geçip zayıfın bastırıldığı bir sürecin yolunu açıyor.

Özünde, tek kutuplu dünya, sadece insanlar ve halklar üzerinde diktatörlüğün gerekçelendirilmesinin bir aracıdır. Tek-kutuplu dünya, son derece rahatsız, ağır ve yönetilemez bir yük halini aldı – kendi kendini lider olarak ilan eden kesimler için bile. Bu yönde daha önce yapılmış yorumlara tamamen katılıyorum. İşte bu yüzden de bu yeni tarihi aşamada, Amerikan liderliğini devam ettirmenin uygun bir modeli olarak, sözde-iki kutuplu dünya benzeri bir şey yaratma girişimleri söz konusu. Amerikan propagandasındaki “Şeytan İmparatorluğu” SSCB’nin ana düşman olarak sahip olduğu eski yeri, bugün kimin aldığının bir önemi yok. Bu İran olabilir; keza nükleer teknoloji elde etmeye çalışan bir ülke. Çin ise, dünyanın en büyük ekonomisi olarak, ya da Rusya, nükleer bir süpergüç olarak o yere namzet olabilir.

Bugün dünyayı bölmeye dönük yeni çabalar görüyoruz; yeni bölünme hatları çiziliyor; bir şey için inşa edilmeyen ancak birine, herhangi birine yöneltilen koalisyonlar oluşturuluyor; Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi bir düşman imajı yaratılıyor; ve eğer arzu edilirse bu liderlik veya diktaya yönelik bir hak elde ediliyor. Soğuk Savaş yılları boyunca durum bu şekilde sunuldu. Bunu hepimiz anlıyor ve biliyoruz. ABD müttefiklerine sürekli olarak şöyle dedi: “Ortak bir düşmanımız var, korkunç bir düşman, bir Şeytan İmparatorluğu bu. Biz sizi, müttefiklerimizi, düşmana karşı savunuyoruz; ve size istediğimiz emri vermek, sizi siyasi ve ekonomik çıkarlarınızdan ödün vermeye zorlamak ve bu kolektif savunma için maliyetleri paylaşmanızı istemek gibi haklarımız var; ancak tüm bunların idaresinden de biz sorumlu olacağız.”

Kısacası, bugün, tanıdık gelen küresel yönetişim organlarını yeniden üretmek üzere yeni ve değişen bir dünyada bir takım girişimler görüyoruz; ve bunların hepsi, onların (ABD’nin) sıradışı pozisyonunu güvence altına almak ve bunun siyasi ve ekonomik kazançlarını kendisine toplamak için...

Ancak, bu girişimler giderek gerçeklikten kopuyor ve dünyanın geri kalanıyla çelişkiye düşüyor. Bu yönde atılan adımlar, kaçınılmaz olarak, çatışma ve karşıt-tedbirler doğuruyor ve öngörülen hedeflerle zıt bir etkiye neden oluyor. Siyasetin ekonomiye bir anda karışmaya başladığında neler olduğunu görüyoruz; ve mantıklı kararların ardındaki mantık, sadece bir tarafın ekonomik pozisyonlarına ve çıkarlarına zarar verdiği bir çatışma mantığına yol açıyor.

Ortak ekonomik projeler ve karşılıklı yatırım, ülkeleri birbirine yakınlaştırıyor ve devletler arasındaki ilişkilerdeki mevcut sorunların yumuşamasına yardımcı oluyor. Ancak bugün küresel ticaret topluluğu, Batılı hükümetlerden eşi benzeri görülmemiş bir baskıyla karşılaşıyor. “Anavatan tehlike altında,” “özgür dünya tehditle karşı karşıya”, “demokrasi zor durumda” gibi sloganlar duyduğumuzda, ne tür bir ticaretten, ekonomik menfaatlerden ve faydacılıktan söz edebiliriz?

Yaptırımlar, dünya ticaretinin temellerini, DTÖ kurallarını ve özel mülkiyetin ihlal edilemezliğini çoktan zedeliyor. Piyasalar, özgürlük ve rekabet temelli liberal küreselleşme modeline darbe indiriliyor. Bu model, temel olarak Batılı ülkelere fayda sağlayan bir model. Ve şimdilerde, küreselleşmenin liderleri olarak güven yitirme riskiyle karşı karşıyalar. Kendimize şu soruyu sormalıyız: bu, neden gerekliydi? Her şey bir yana, ABD’nin refahı, büyük oranda, yatırımcıların ve yabancı dolar ve ABD tahvili sahibi kişilerin güvenine bağlı. Söz konusu güven, net bir şekilde zedelendi ve küreselleşmenin meyveleri karşısında duyulan hayal kırıklığının işaretleri, birçok ülkede görünüyor.

Meşhur Kıbrıs örneği ve siyasi motivasyonlu yaptırımlar, ekonomik ve mali egemenliği ve ülkelerin veya onların bölgesel gruplarının kendilerini dış baskı risklerinden koruma yollarını bulma arzularını güçlendirmeye çalışan bir eğilimi güçlendirdi sadece... Ülkelerin giderek artan bir şekilde, kendilerini dolara daha az bağımlı kılma ve alternatif mali ve ödeme sistemleri ile rezerv para birimleri geliştirme yollarını aramalarına yol açtığını görüyoruz. Bence Amerikalı dostlarımız tam da bindikleri dalı kesiyorlar. Siyaset ve ekonomiyi birbirine karıştıramazsınız; ama şu anda yaşanan tam da bu. Her zaman düşünmüşümdür ve şimdi de düşünüyorum ki siyasi güdümlü yaptırımlar, bir hataydı ve herkese zarar verecek.

Bu kararların nasıl alındığını ve kimin baskı yaptığını biliyoruz. Ancak şunu vurgulamak isterim ki, Rusya, herkesi galeyana getirmeyecek, rencide olmalarına yol açmayacak veya birisinin kapısında yalvarmalarını teşvik etmeyecek. Rusya, kendi kendine yeterli olan bir ülke. Şekillenmekte olan yabancı ekonomik ortamda çalışacağız; kendi üretimimiz ve teknolojimizi geliştireceğiz; dönüşüm gerçekleştirmek üzere daha kararlı çalışacağız. Dışarıdan gelen baskı –geçmiş vakalarda da olduğu gibi- sadece toplumu konsolide edecek, bizi teyakkuzda tutacak ve temel kalkınma hedeflerimize odaklanmamızı sağlayacak.

Elbette yaptırımlar bunun önünde bir engel. Bu yaptırımlar yoluyla bize zarar vermeye, kalkınmamızı engellemeye veya bizi siyasi, ekonomik ve kültürel tecride doğru itmeye çalışacaklar, bizi diğer ifadeyle “geri kalmışlık noktasına” doğru gitmeye zorlayacaklar. Ancak, şunu yeniden söylemek gerekirse, dünya bugün son derece farklı bir yer. Kendimizi herkesten uzaklaştırmak ve kapalı bir kalkınma yolu tercih etmek gibi bir niyetimiz yok; otarşi içerisinde yaşamaya da çalışmıyoruz. Her zaman için diyaloga açığız; ekonomik ve siyasi ilişkilerimizi normalleştirmek istiyoruz. Burada pragmatik bir yaklaşım benimsiyoruz ve önde gelen ülkelerdeki iş topluluklarının tutumuna güveniyoruz.

Bugün kimileriniz diyor ki; Rusya sırtını Avrupa’ya dönüyormuş. Bu tür ifadeler, buradaki tartışmalarda da ifade edildi. Asya başta olmak üzere yeni ticaret ortakları aradığımız söyleniyor. Bunun hiçbir şekilde doğru olmadığını belirtmek isterim. Asya-Pasifik bölgesine yönelik aktif politikamız daha dün başlamadı; ve yaptırımlar üzerine de şekillenmedi. Bu, birçok yıldır devam edegelen bir politikadır. Birçok ülkede olduğu gibi –ki Batılı ülkeler de buna dahil- Asya’nın giderek dünyada, ekonomide ve siyasette artan bir rol oynadığını görüyoruz ve bu gelişmeleri görmezden gelmeye daha fazla tahammül edemeyiz.

Şunu da belirtmek isterim ki herkes bunu yapıyor ve biz de yapmaya devam edeceğiz: özellikle de ülkemizin önemli bir kısmının coğrafi olarak Asya’da bulunduğunu göz önüne alırsak. Peki bu bölgedeki rekabetçi avantajlardan neden yararlanmayalım? Bunun aksi davranmak, ileri görüşlü bir davranış olmayacaktır.

Bu ülkelerle ekonomik bağları geliştirmek ve ortak entegrasyon projeleri gerçekleştirmek de, kendi ulusal kalkınmamız için büyük teşvikler yaratıyor. Bugünün demografik, ekonomik ve kültürel eğilimleri, tek bir süpergüce dayanılmasının giderek azaldığını gösteriyor. Bu, Avrupalı ve Amerikalı uzmanların üzerinde konuşup yazdığı bir konu...

Belki de küresel siyasetteki gelişmeler, küresel ekonomide gördüğümüz gelişmeleri yansıtıyor: yani, spesifik niş alanlar için yoğun rekabet ve spesifik alanlarda sık sık lider değişimi. Bu, tamamen mümkün.

Eğitim, bilim, sağlık ve kültür gibi insani / sosyal etmenlerin, küresel rekabette daha büyük bir rol oynadığına şüphe yok. Bu, uluslararası ilişkiler üzerinde de büyük bir etki doğuruyor; çünkü bu “yumuşak güç” kaynağı, büyük oranda, insan sermayesi geliştirmedeki gerçek başarılara dayanıyor – sofistike propaganda hilelerine değil... (Kanada merkezli düşünce kuruluşu Global Research - Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in Valdai Uluslararası Tartışma Kulübü üyelerine yaptığı konuşmanın tam metnidir)

http://www.globalresearch.ca/new-rules-or-a-game-without-rules-we-need-a-new-global-consensus-of-responsible-powers-vladimir-putin/5409854

 



Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

Milli Eğitim Bakanlığınca (MEB) kamuoyunun görüşüne sunulan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli kapsamında hazırlanan yeni müfredat taslağındaki çeşitli derslerde, Türkiye'nin kalkınma projelerine dair içeriklere de yer verildi.

Teknoloji

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

Yapay zeka teknolojisi finans sektörünün geleceğini belirlerken yasal düzenlemelerden hayata geçen uygulamalara kadar çok sayıda yenilik hem sektöre hem de son kullanıcıya fayda sağlıyor.

Teknoloji

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

E-ticaret platformlarında etkin şekilde kullanılan ve geçen yıl 5,39 milyar dolar pazar büyüklüğüne ulaşan yapay zeka tabanlı chatbotlar, 7 gün 24 saat e-ticaret kullanıcılarının sorularını yanıtladı.

Teknoloji

Milli uydu İMECE uzaydaki birinci yılını tamamladı

Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır, Türkiye’nin ilk yüksek çözünürlüklü yerli ve milli gözlem uydusu İMECE'nin uzaydaki birinci yılını tamamladığını duyurdu.

Teknoloji

Tüm gözler Kahire'de... Hamas'tan 'İsrail' açıklaması: Ciddi bir anlaşmazlık yok

İsrail basını 'kâbus senaryosu'nu yazdı: Netanyahu için tutuklama emri çıkarılacak! IDF kanlı plana onay verdi

Zelenski dünyaya duyurdu: En az 7 Patriot sistemine ihtiyacımız var

İsrail'den Lübnan'a hava saldırısı! Cemaat el-İslami lideri Musab Halaf öldürüldü

İsrail, Gazze'deki savaşı sürdürme planlarını onayladı

Irak, 30 yıl aradan sonra Türkiye sınırında üs kurdu

Türk SİHA'ları Yunanistan'ı masrafa soktu: Milyarlık programa onay verdiler

Türkiye'nin kalkınma hamleleri yeni müfredatta

AVRASYA BİR VAKFI BİLİM TEKNOLOJİ DERNEĞİ KONFERANSI (27 NİSAN 2024)

Üst düzey isim İstanbul'da dünyaya duyurdu! Hamas'tan İsrail'e tarihi çağrı

İlham Aliyev: Fransa, Hindistan ve Yunanistan, Ermenistan'ı silahlandırıyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail ile ticaret tartışmalarına noktayı koydu: O iş bitti

ABD Başkanı Biden, İsrail ve Ukrayna'yı kapsayan 95 milyar dolarlık yardım paketini imzaladı

İsrail'in "konforlu mağduriyeti"

Meteoroloji'den 44 ile toz taşınımı uyarısı! Göz gözü görmeyecek

Yapay zeka finans sektöründe izlerini artırıyor

ABD'nin Suriye'deki üssüne kamikaze İHA ve roket saldırısı düzenlendi

Zelenski: ABD yardımı, Ukrayna'nın ikinci Afganistan olmayacağının sinyalini verecek

Türkiye fırtınaya teslim! Çatılar uçtu, minareler devrildi

Netanyahu: Hamas'a yakında acı verici darbeler indireceğiz

Yapay zeka tabanlı sohbet robotları e-ticarette memnuniyeti artırıyor

AB zirvesinde Türkiye'ye ilişkin sonuç bildirisinde Kıbrıs vurgusu

Rus basınında Gazze savaşı: "Biden yönetimi Tahran'a karşı kendi ekonomik tedbirlerini hazırlıyor"

Genellikle erkeklerde görülen akciğer kanseri kadınlarda artışa geçti! İşte en önemli sebebi

Bakan Bolat'tan fahiş fiyat açıklaması: Rekabet kanununda değişiklik yapılacak

Dubai'de yaşanan sel sonrası bulut tohumlama yöntemi tartışılıyor

Rusya'nın haftalardır düzenlediği en ölümcül saldırı | Can kaybı 18'e çıktı

İsrail, Lübnan'ın güney bölgelerini fosfor bombasıyla vurdu

AB liderleri İsrail'e saldırısı nedeniyle İran'a yaptırım kararı aldı

Yunan bakandan çarpıcı itiraf! Yerli savunma hamlelerine büyük övgü: Türkiye bizden çok ileride!

Yükleniyor